Bulutları şekillendiren adamdım. Tanrım, sanki bunun için doğmuştum. Daha iyi yapabildiğim hiç birşey yoktu.
Bir gün, her sabah yaptığım gibi ormanın en keyifli köşesindeki evimden çıktım. Kısa ama keyifli bir yürüyüş yapacak ve beni yukarılara çıkaracak olan kuşun yuvasına gidecektim. Kuşun adı Patternicity'ydi ama ben ona Patty derdim. Pek fazla konuşmazdı. Konuştu da mı sadece güzel şeylerden bahsederdi. Sadece ama sadece güzel şeylerden bahsederdi. Ona göre, kötü şeylerden konuşacaksan, kullanacağın nefesi almayı haketmiyordun. Patternicity, kendine göre haklı, devasa bir kuştu. Artık gide gele aşınmış patikanın kenarında geçişimi bekleyen hayvanları selamladım. Birkaç sincap, tavşan, ceylan filan, hepsini selamladım, hem de içtenlikle, yahu işte, hergün yaptığım gibi. Hepsi hemen hergün bulutları kendilerine benzetmemi isterdi. Arasıra, eğer keyfim olursa, benzetirdim de. Fakat çoğu kez bulutları bir kıtaya veya büyük bir yarımadaya, mesela İber yarımadasına benzetirdim. Çok güzel de olurdu. Pireneleri filan görebilirdiniz. Ama o gün hiçbir bulut bir tavşana filan benzemezse, akşamında hiçbir tavşan bana surat asmazdı. Ertesi gün yine aynı yakınlıkla selam verirdi yine bana. Yani demek istediğim, bana şirinliği bir karşılık beklemeden yapıyorlarıd. Kısacası, bir tavşan, tavşan olduğu için şirindi. Tavşanlar şirindirler. Sincap da öyle. Ceylanların gözleri güzeldir. Ceyda'nın da.
Patternicity'nin yuvası bir uçurumun kenarındaydı. Ormandan çıkar çıkmaz yuvasına varırdınız zaten. Yavrularını besledikten sonra hepsini teker teker öptü. Biraz tedirgin gözüküyordu. Kötü şeylerden bahsetmediği için, kendini iyi de hissetmediği için susuyordu. Atladım sırtına, şimşek gibi. Havalandık.
"Hey" dedim. "Patty, dostum. Bugün havada pek fazla bulut yok ha. Diyorum ki, hem bugün bak Cumartesi, şöyle gelişigüzel iki şekil vereyim de. Sonra kafamıza göre biraz gezelim ha? Ne dersin?"
Patty cevap vermedi.
"Patty, baksana. Şu haritada gözüken beyaz kaleli şehre gidelim mi ne dersin? Merak ediyordum yıllardır orayı."
Patty onaylarcasına gagasını açtı açtı kapadı. Yolculuğumuz ondört saat filan sürecekti. Yolculuklarda pek fazla sohbet edemezdiniz Patty ile. Bilirsiniz işte, anlattığım gibi, yanlız güzel şeyler konu oldu mu konuşuyordu. Böyle bir tür devasa kuştu bu. Sırf benle konuşsun diye, biraz da hakkında konuşmayı çok sevdiğimden Ceyda'dan bahsettik. Yanlızca güzel şeylerden bahsediyor ya. Bir yandan müthiş anılarımızı anlattık Ceyda ile olan. Hani bir keresinde bizimle uçmaya karar vermişti de, hani hatırlıyorsun ya, bütün kanadına kusmuştu. Hahaha Tanrı'm. Güzel şeylerden bahsediyor ve yemyeşil çayırların üstünden uçuyorduk. Tertemiz bir hava vardı. O kadar temizdi ki, içimize çekiyoruz diye para isteseler o an öderdik parasını. Patty de pek keyiflenmişti doğrusu. Sağa sola sallanıyor, saltolar yapıyordu.
"Hatırlıyor musun Patty, bir kere Ceyda erkek arkadaşıyla kavga etmişti. Biz de gökyüzüne büyük bir küstah eşşolueşşek çizmiştik. Hatırlıyor musun ha?"
"Gaaak"
"Nasıl hatırlamazsın ya?"
Keyifli keyifli giderken o ortasında beyaz bir kale olan şehir gözükmeye başladı. Yemyeşil bir tepenin üstünde, yamaçlara doğru yayılan şehriyle beraber bembeyaz bir kale. Büyüleyiciydi. Aynı masallardaki gibi. Müthiş bir şehirdi burası kesinlikle. Patty hızlandırdı kendini. Bu şehre gitmek için can atıyorduk. Şehir yaklaştıkça biz hızlanıyorduk. Şehir yaklaştıkça kalenin bahçeleri büyüyordu bize. Yeşillikler artıyordu. Güzel bir şehirdi. Patty bile onayladı bunu.
Patty şehri ilk olarak kuş bakışı görmek istiyordu. Espri anlayışı çok yüksek bir kuştu o. Tam şehrin sınırlarına girecektik ki Patty'de bir irkilme oldu. Sonra bir irkilme daha oldu. Sonra o kuğu boynuna bir ok saplandı. Sonra bir tane de gözüne girdi. Aşağıya baktım; kralın askerleri şehir surlarından bize ok atıyordu. Patty ilk başlarda bir kaçında sıyrılabilse de, bir kaç ok sonra sadece süzülmeye başladı. Gıkı çıkmıyordu. Kötü şeylerden bahsetmiyordu Patty. Beni sağ salim yere indirmeye çalışıyordu. Patty. Boynuna bir tane ok daha saplandı. Büyük bir telaş içinde sordum.
"Patty, çok acıyor mu dostum? Patty?"
Patty'den ses çıkmıyordu.
"Patty, dostum. Hey hatırlıyor musun? Ceyda bir keresinde bir salıncak yapmıştı... Hani... Patty?"
Patty'den ses çıkmıyordu. Patty ölmüştü. Ama iyi bir bulut-şekillendiricisi-taşıyıcısı olduğu için öldükten sonra bile süzülebiliyordu.
"Ama" dedim, "Ceyda o gün çok güzel gözüküyordu Patty. Konuşsana hadi!"
Patty, göğsünün üstüne indi. Birkaç metre sürüklendik. Kaleden uzak bir yoksul bir mahalleye inmiş olmalıydık. Patty'den indim. Ona baktım. Onu öptüm, kokladım. Gözündeki oku çıkardım. Bu esna da çevreye bütün halk toplanmıştı. Onları selamladım. Onlar da beni selamladı. Beni bir uzaylı gibi karşılamamışlardı elbette fakat yine de bir nedenle yaklaşmaya çekiniyorlardı. Patty'den ötürü olabilirdi. Çoğunun soğuk için yeterli elbisesi yoktu. Bazıları titriyordu. Uzakta bir köşede bir kapı önünde yatmakta olan adam soğuktan değil sıtmadan titriyordu. Bazıları beni üstün bir gayretle gülümseyerek karşılamaya kalktılar. Fakat çoğunun dişi yoktu. İlk olarak çocuklar yaklaştılar bana çamurlu paçalarıyla.
"Merhaba. Ben bulut şekillendiricisiyim" dedim. "Hani bazen bir bulutu köpekbalığına benzetirsiniz ya, ona o şekli veren benim"
"Ama iki kişi aynı bulutu farklı iki şeye benzetebiliyor" dedi aralarından en zeki olanı.
"İşte o da benim ustalığım" dedim.
"Biz çok açız" dedi içlerinden bir tanesi, en cılızı. "Sende yiyecek birşeyler var mı?"
"Eh, sanırım yo..."
"Kuşu yiyebilir miyiz peki? Bütün mahalle doyar onunla."
"Ah, hayır sanı..."
"Bizler yoksul insanlarız. Yardım edebilir misin bize?"
"Elbette, ama şu an çok zor bir durumdayım. Görüyorsunuz ya. Yabancı bir ülkeye, yabancı bir şehre düştüm. Patty öldü."
"İsmi Patty mi?"
"Evet. Üstelik üç tane yavrusu var."
"Öyle mi? Onlar için çok üzgünüm. Benim de annem öldü çünkü. Rutubetten böbrekleri çürümüş."
"Buna üzüldüm."
"Babam da savaşta öldü."
"Savaş mı? Tanrı'm, aranızda hala zırh giyip kılıç kaldırabilecek kadar gücü olan kaldı mı? Baban için de üzgünüm."
"Sorun değil. Senin annen ve baban var mı?"
"Benim bir annem veya bir babam yok. Dedim ya, ben bulutları şekillendiren adamım."
"Peki ölürse üzüleceğin birisi var mı?"
"Evet, aslına bakarsan var."
"Ülken de mi?"
"Evet ülkemde."
"Onun öldüğünü ve ayrıca çok aç olduğunu düşün. Bize yardım et"
"Bakın onun öldüğünü filan düşünmek istemiyorum. Biraz daha düşünerek konuşursan iyi edersin ufaklık. Pekala, kralınız sizin böyle aç olduğunuzu bilmiyor mu?"
"Biliyor olmalı. Bütün gün askerleri buralarda dolaşıyor. İlla ki söylemişlerdir aç ve çıplak olduğumuzu"
"Üzgünüm size yardım edemem. Yardım etmesi gereken insanlar size yardım etmeli. Sizinki de nasıl kralmış. Ama ben evime nasıl döneceğimi bilmiyorum. Siz benden para istiyorsunuz. Düşünürsen bu hiç adil değil."
"Para isteyen kim? Sadece bize yardım et."
Cevap bile veremeden uzaktan bir asker bağırdı.
"Hey sen dur orada! Sen yoksul birine yardım mı ediyorsun bakayım ha?"
Çoçuklar hemen oradan kaçmam gerektiğini söylediler. Çünkü bu ülkede yoksullara yardım etmek bir tarafa, yardım etmeyi kafadan bile geçirmek suçmuş. Hele ki kendini bir iki saniyeliğine yoksul yetimin yerine koymak, aman Tanrı'm, ölümlerden ölüm beğen.
"Hey, sen kaçma dur. Seni adi hergele. Cezanı çekeceksin." diye bağırarak bana doğru koşmaya başladı. Birden çevre sokaklardan daha çok asker çıkar oldu. "Üstelik ülkemize izinsiz girmeye kalktı." Ülke de ülke olsa.
Aksi yöne koşmaya başladım. Çocuklar da benle beraber koşmaya başladılar. Ne halt yemeye beni takip ettiklerini sordum bir yandan koşarken. Onlara yardım edeceğimi düşündüklerini söylediler. Hala bunu düşündüklerine inanamıyordum. Peşime bütün mahalle takılmıştı. Peşime takılan kalabalık arttıkça, peşimizdeki askerler de artıyordu. Ne zaman arkama baksam müthiş bir kalabalık görüyordum. Sonra şehirden çıktık. Geniş bir ovaya doğru girerken bayağı bayağı büyük bir topluluk olmuştuk. Şu sıtmadan titreyen yaşlı adam bile koşuyordu peşimden. Ama kralın askerleri daha fazlaydı ve takibi asla bırakmıyorlardı. Geri dönüp saldırmanın tam vaktiydi belki de. Ama yorulmuştuk. Durursak, yakalanır ve hapsedilirdik. Çünkü halk da kaçmama yardım etmişti. Her şekilde yardım bu ülkede yasaktı anlaşılan. Çevrede saklanabileceğimiz bir orman yoktu. Kaçacağım yeri de bilmiyordum. Ben bulutlara şekil veren adamdım be! Çocuklardan biri ilerideki çavdar tarlalarından sonra bir uçurum olduğunu söyledi. Güldüm.
"Belki bizi orada tutacak birileri vardır ha?"
"Anlamadım?"
"Belki diyorum. Bizi uçuruma düşmeden tutacak bir yakalayıcı vardır."
"Anlamıyorum bayım"
"Salinger. Salinger."
Hızla çavdar tarlasına girdik. Peşimizden askerler de girdi. Uçuruma doğru koşuyordum. Tutan da yoktu. Ben koşuyordum. Koşuyordum. Ve uçurumun kenarına gelince tereddüt etmeden kendimi aşağıya bıraktım... Peşimden de insanlar...
Uçmaya başladık! Tanrı'm uçuyorduk. Altımızda yemyeşil bir ova. Uçuyorduk. Şöyle bir ters takla yaptım. Evet. Hepimiz uçuyorduk. Askerler yamaçtan bizi seyrediyorlardı. Tanrı'm, kuşlar gibi uçuyorduk. Anlatılmaz bir duyguydu.
Onları ülkeme getirdim. Çünkü benim ülkemde herkes birbirine yardım ederdi. Herkes birbirini severdi. Benim ülkem güzel bir yerdi.
Ben ise yine her sabah bulutları şekillendirmek için uyandım. Kendim uçtum ondan sonra hep. Ah Patternicity. Görmeliydin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder