İsveç Kralı Şöyle Dedi: Senin Gibi Armutlara Ödül Mödül Yok

Yazın pervazında ayakta durup bakıyorduk. Herşey olduğundan daha yılgın gözüküyordu. İki kelimeyi bir araya getiremeyip güzel bir şiir yazmak için tüm nedenler ve yetenekler vardı bende aslında. 

Sorun şu. Ben şiir yazmam; hikayeler yazarım. Aslında sadece bir kızdan bahseden hikayeler. 

Yazın pervazında ayakta durup bakıyorduk ve dedik ya, herşey olduğundan daha yılgın gözüküyordu.

“Şu şapkalı çocuk var ya, o sensin işte. Başını dik tutmuş yürüyor. Tüm dünyanın yalnızca 3 dakikalığına onu dinlemesini ister gibi. Bu sana çok oluyor değil mi? Tüm dünyanın aynı anda susup seni dinlemesini filan. Çin anakarasının başkanının bile tüm halkını susturup seni dinlemeleri için talimat verdiğinin fantezisini kuruyorsun.” dedin ve daha sonra Çin başbakanının taklidini yaptın parmaklarınla gözlerini çekerek: “Dinleyin şu çocuğu yoldaşlar. Önemli bir şey söyleyecek.”

“Tüm kutsal kitaplarda şu ayeti aradım.” dedim ben de: “Umudu neden yarattığımızdan bahset. Şüphesiz ki, 24 yaşında kendi canınıza kıyıp cehennemde azap çekmeyin diye”

“Bahse girerim, kendi canına kıymayı bugüne kadar aklında bile geçirmedin sen. Bu hiç senlik bir şey değil. Bahse girerim.” dedin. Yalnız çok hoşuna gitmiş olacak hala Çinli taklidi yapıyordun. 

Yaz bitti ve biz üşüdük. İçeri girdik. Seni bilmiyorum ama ben sana dokunamazdım çoğu kez. Bu yüzden sen mutfağa girerken omzunda tutup sana yığılmış bulaşıkları göstermek yerine saçma sapan bir reverans ile eğilerek “işte kraliçem, bizleri bekleyen pespaye tabaklar ve bardaklar bunlar” dedim. Bunu neden yaptım bilmiyorum. Nefret ederim bu saçmalıklardan aslında. Çok ama çok samimiyetsiz gelir. Sen de bu samimiyetsizliği anlamış olacaksın ki, “pekala ekselansları.” dedin. Bir an için ama sadece bir an için çok hoşuma gitti.

Çirkin birinin yazması için çok güzel hikayelerdi onlar. Hani ben bakkala dondurma almaya gittiğimde bilgisayarımı açıp okudukların. Bilgisayarımın şifresinin ismin olduğunu hangi alkollü gecede söylediğimi unuttum açıkçası. Eğer söylemediysem böyle bir şey, çok kolay bir tahmindi, eminim.

Kredi kartımın şifresi ise 4345 idi. Artık saklayamam.

İşte ben bakkaldan elimde dondurmalarla ve canım çok çektiği için aldığım vişneli kek ile döndüğümde, bilgisayarımın başında hiç bir şey yapmamış gibi davranıyordun ya, o an çatıda bıraktığım filizlere bir kat daha diktim. Gökdelen olacak. Ortadoğu’nun ve Balkanlar’ın en uzun aşkı. 

“Bu hikayelerde anlattığın kız kim?” diye sordun.

Bilgisayarın pozisyonu gereği ekranda kendi yansımanı görmen gerekiyordu, öyle ayarlamıştım. Her şey gibi bunu da göremedin. Yani şifreyi giriyorsun ama hala bu sorular, biraz komik kaçıyordu. 

“Bir arkadaş” diye cevap verdim.

“Her arkadaşına böyle şeyler yazar mısın?” diye sordun.

“Hepsine değil” dedim. “Beğendin mi? Sever misin öyküleri?”

“Ne zaman roman yazacaksın?” dedin. Soruma cevap vermedin.

“Öykü, roman yazmak bir basamak değildir. Yani öykü yazarak pişip roman yazılmaz. Öykü yazarı başkadır. Roman yazarı başkadır. Roman öykünün abisi veya dayısı değildir.” dedim.

“Hepsi gizliden gizliye müthiş bir iyimserlikle yazılmış. İlk kelimesinden son kelimesine kadar öfke, öfke, öfke. Öfkeni iyimser hikayeler yazarak ortaya çıkarmamalısın. Buna iki yüzlülük derler” dedin. Şiirlerin ve şarkıların mastürbasyon sonrası rahatlıkla yazıldığını filan zannediyor olmalıydın. Ayrıca sadece ismi kulağa hoş geliyor diye bipolar olduğumu düşünüyordun açıkça söylemesen de. 

“Bir hastalık var. Bence hastalık bile denmez aslında. Çünkü çok keyifli bir şey olduğunu düşünüyorum. İsmini bilmiyorum ama ismi de oldukça havalı. Adamların bir çeşit duyu karmaşası var. Yani bir piyanodan çıkan sol notasını yeşil bir kare olarak algılıyorlar. Kapı çarpma sesini mor bir nokta mesela.”

“Bunu bilmiyordum” dedin. 

“İşte herhangi bir öyküyü de böyle düşün. Bir yaranın harflere dökülmüş hali. Azca keyif ve mutluluk, çokça yara ve öfke.” dedim. “Ve asla unutma, hiçbir öykünün hiçbir yerinde bir iki yüzlülüğe rastlayamazsın.”

Bu yüzden seni artık hikayelerimden çıkarmaya karar verdim. 

Sen beni ilk tanıştığımızda kelimelerini toparlamaya çalışan, yanındakini delirtene, isyan edip bağırtana dek sokaktaki her tabelayı okuyan obsesif-kompulsif çocuk olarak hatırla. Ben seni tokalaşmak için elini sıktığımda bana verdiğin dünyaya dokunuyormuş hissi ile hatırlayacağım. 

Yani bu bir son. Her son bir başlangıçtır derler ya. Hayır. Bu bildiğin son. Son yani. Ötesi yok. Son işte. Git hatta siktir git, başka bir şehirde başka birinin koluna gir. Tek bir şey istiyorum. İşte bunu yapabilirsin: Bundan 10 sene sonra karşılaştığımızda yanımda küçük kızımı görürsen ismini sorma. Sadece tahmin et. 


******

ıhım... Ihım.. Sevgili yoldaşlarım, Çin vatanının evlatları. Bu adamı bi iki dakka dinleyin. Çok önemli bişey söyleyecek. 

"Ben sadece aşık oldum. Tek yaptığım buydu. Sadece adamakıllı aşık oldum. İçtim ve sıçtım. Şarkılar yazdım. Hikayeler yazdım. Hayal kurdum. Ufak hesaplar yaptım, kabul ediyorum. Hepsi aşk için lan. En adiyim aşk için. Sanki önemli birşey söyleyecekmişim gibi kulak kesildiğiniz için de ayrıca teşekkür ederim."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder