Çilekli Limonata

Biliyorum, herkesin içinde çilekli limonata geçen bir anısı vardır. Benim iki tane var.


Lisedeyken, yaz tatilinde kendimi bir tatil kasabasında bulmuştum. Başıboş bir bahçede güzel bir ağaç gördüm. Tırmandım. Ertesi gün, yanıma bir yastık alıp bir daha tırmandım. Ondan sonraki gün yanıma bir yastık ve bir kitap aldım. Sonraki gün ise yanıma bir yastık, bir kitap ve bir de alarmlı kol saati aldım.


Bir gün aşağıdan birileri beni bir ağaç parçasıyla dürttü. Dengemi kaybetmeden uyandım. Aşağıdaki kız utanarak bana bakıyordu.


“Merhaba” dedi.
“Merhaba” diye karşılık verdim. “Ama biliyor musun? Düşebilirdim.”
“Haklısın, özür dilerim.” dedi ve daha sonra 15 saniye boyunca sustu. Ağaçta uyuyan insanları dürterek düşüren bir psikopat olmadığını düşündüğümden yaptığı saçmalığın üzerine gitmedim. Fakat yine de tedbiri elden bırakmıyordum. 15 saniye sonunda söze girdi.
“Bir şey rica edebilir miyim?” diye sordu utanarak.
“Elbette.”
“Kardeşim halasının aldığı topu havaya doğru vurmuş. Bu ağaca takılmış. Acaba alabilir misin? Halası gibisi yoktur. Onu çok sever. Başka bir top olsa bu kadar önemli olmazdı. Sabahtan beri mızmızlanıyor. Babam tırmanıp alacağını söyledi ama tırmanacağına çocuk bile inanmıyor.”


Yaklaşık ağacın tepesine doğru, hatta neredeyse tepesindeki topu gösterdi. Hayır, hayır, çocuk topu yılbaşı ağacı süsü gibi tam da tepeye oturtmuştu. Alabileceğimi söyledim. Fazla gösteriş yapmadan, ama fazla da amatör gözükmeyecek şekilde yukarı kadar tırmandım. Topu çekip aşağıya attım. Top, tedirgin tedirgin yukarıya doğru bakmakta olan kızın tam suratının ortasında düşse de, bu, zaferime gölge düşürmedi. Kız büyük bir teşekkürle bana baktı.


“Burada bekle” dedi.


Zaten aşağıya doğru inemiyordum. Orada bekleyeceğimi söyledim. Kız evine doğru koştu. Çok güzel bir kızdı. Ben ise bir türlü aşağıdaki dallara doğru inemiyordum. Birkaç dakika sonra elinde bir şişe ve iki bardakla geldi.


“Sana çilekli limonata getirdim.” diye bağırdı. “İnmiyor musun aşağıya?”
“İnemiyorum.”
“Halbuki çıkarken pek kolay çıkmıştın.”
“Evet ama şimdi inemiyorum. Kaynamış yumurta gibi düşün. Soğutunca eski haline dönmüyor.”
“İnemeyecek misin? İtfaiye filan çağıralım mı?”
“Gerek yok. Daha önemli işleri vardır şimdi.”
“Bekle, çağırıp geliyorum.”
“Gerek yok. Dur biraz. Gerçekten gerek yok. Ağaçtan toplanmak filan istemiyorum. Çok gerekirse kendimi aşağı atarım.”
“Saçmalama”
“Bu arada, çilekli limonata nasıl bişey?”
“Bildiğin limonata ama çilekli.”
“Çilekten yapılmış limonata gibi bişey mi, yoksa limonata ama içince çilek olan bişey mi?”
“Limonata ama çilek var içinde”
“Yani hem limon hem de çilek mi var içinde. Öyle mi?”
“Evet.”
“Güzel bişey olmalı.”
“Kesinlikle. Burada bekle. İtfaiyeyi arayıp geliyorum.”
“Burada bekle mi? Dalga mı geçiyorsun?


Hızla evine doğru koştu. Sonra babası, halası ve kardeşiyle geri geldi. Civardan da üç beş kişi toplanmıştı. Hepsi bir ağızdan inip inemeyeceğimi sordu. Büyük bir serin kanlılıkla, inebilseydim o ana kadar inmiş olacağımı söyledim. Sonra kızın küçük kardeşi beni topuyla vurup aşağı düşürebileceğini iddia etti.


On beş dakika sonra itfaiye geldi. Bunun çok da acil bir durum olmadığını, bu yüzden yolda poğaça aldıklarını, poğaçacının parayı bozamadığını, bozmak için tüpçüye gittiğini ve bunun da biraz zaman aldığını söyleyip incelikle özür dilediler. Biz Egeliler her zaman rahat insanlar olmuşuzdur.


Beni ağaçtan bir portakal gibi toplamalarından hemen sonra itfaiyecilerden bir tanesi beni yanına çekip kızlara gösteriş yapmak için ağaçlara tırmanmamam gerektiğini söyledi. Herkes dağıldıktan sonra ağaca sırtımızı dayayıp kızla beraber çilekli limonatalarımızı içtik. O ana kadar içtiğim en güzel çilekli limonataydı. Bir sürü şeyden bahsettik ama bahsettiklerimiz arasında hatırımda kalan şeyler komik bir soyadının olmasıydı. Bir de annesinin kardeşini doğurduktan sonra öldüğüydü. Şu ilk adetini gördüğünde babasının telaşlanıp ne söyleyeceğini bilmeyerek yardım etmesi için kadın bir akrabasını aradığı kızlardan biriydi işte. Neden kanadığını halası anlatmıştı ona.


Bir erkeğin tek başına üstesinden gelemeyeceği şeyler vardır. Buna kızına ilk adetinden sonra vaaz vermek de dahildir. Tam olarak ne hissedildiğinden hiçbir zaman tam olarak emin olamayacağı için olayı liseden kalma biyoloji bilgileriyle açıklamaya çalışır. Bu yüzden bir erkeğin her zaman etrafında bir kadına ihtiyacı vardır. Durumu biraz daha genişletmeye çalışırsak, yani cinsler üzeri, ırklar, milletler üzeri bir şekle getirecek olursak, kimse kendinden başka kimseyi tam olarak anlayamayacaktır. Bunu bir an önce kabullensek iyi olur. Ancak pek azımız empati denilen o olağanüstü bir yetenekle doğacak kadar şanslıdır. Bu yeteneklerini kimseye fark ettirmezlerse ölene dek empati sahibi olarak kalırlar.


Fark ettirirseniz, yeteneğinizi yavaş yavaş kaybeder, sonunda yazar, şair filan olursunuz. Bazılar ise gösteriş yapmadan ama fazla da amatör gözükmeden hikayeler, şiirler yazar. Mümkün olduğunca empati sahibi gözükmeye çalışır bu ahlaksızlar, eski empati sahibi günlerini özlemle anarlar. Kendilerine empati sahibi bir kız bulurlar, konu dönüp dolaşıp ona gelir. Bundan adınız gibi olabilirsiniz.


Ceyda’da da kendisini karşısındakinin yerine koyabilecek o mükemmel yetenekten vardır. Fakat onun problemi uzun süre kendine geri dönememesidir.


“Bu kız kim?” demişti bana Ceyda. Ben de ona tüm bunları anlattım.
“O yaz güzel bir yazdı” dedim Ceyda’ya. “O zamanlar böyle dijital fotoğraflar filan yoktu. Adam gibi fotoğrafımızı çekip, heyecanla fotoğrafçıdan tab etmesini beklediğimiz zamanlardı. ‘Kötü çıktım, sil’ yoktu. O kızla olan tek fotoğrafımız bu işte.”
“Güzel kız.” dedi.
“Güzel kızdı.” dedim. “Depremde öldü. Birkaç hafta sonra düğüne gittiler halalarıyla beraber. Vedalaşmadık doğru düzgün. Nasıl olsa birkaç gün sonra dönecekti. Ama dönmedi. Güzel kızdı. Editör filan olmak istiyordu hatırladığım kadarıyla.”
“Kardeşi de öldü mü?” diye sordu. Öldüğünü söyledim.
Sonra birden“Kuaföre gitmem lazım” dedi. “İyice kırıldı uçları.”
“Daha iki gün önce gittin ya.”
“İyice kırıldı uçları. Gitmem lazım işte. Daha sonra görüşürüz.”
“Ama bişeyler yapacaktık bugün.”
“Gidiyim, geleyim yaparız” dedi aceleyle.
“Uyurum ben.”
“Uyuma, iki dakikalık iş.” dediğinde sandaletlerini giymişti bile.


Blender sesiyle uyandım. Ne yaptığını sordum. Kapıdan kafadan kafasını uzattı.


“Tam olarak şunu yapıyorum. Çilekleri, şeker şurubunu ve biraz naneyi karıştırarak püre haline getiriyorum. Sonra üstüne limon suyunu ve maden suyunu döküp karıştıracağım. Biraz da buz.”


Böylece Ceyda içinde ölüm olmayan çilekli limonatalı kendi anısını yaratmış oldu. Ki tercih ettiğim de budur. Soğuk servis etti. Her erkeğin bir kıza ihtiyacı vardır. Her zaman.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder