herşeyin aslında yolunda gittiğini farketmenin incelikleri

“Şimdi bir de şunu dinle. Yiyeceklerin depolandığı odadan hızla çıkmış filan. Suratında bir iğrençlik var. Heyecanla ona yardım edecek birini arıyor. Kimsecikler de yok işin kötüsü. Seyrek seyrek dolaşanlar zaten işinde gücünde. Eski bir sevgilisi varmış. Ona gidebilir miyim diye düşünüyor sonra. Sonra hayır diyor. Sonra belki diyor. Sonra evet diyor. Böyle böyle onun yanına gidiyor iki adım ileri, bir adım geri. Kapıda da tereddüt ediyor. Çalayım mı çalmayayım mı diye”

“Bilinçaltında kızları öyle çaresiz bir yere koymuşsun ki sen. Bence çalayım mı çalmayayım mı diye tereddüt etmezdi o. Hiçbir kız etmez. Çalarsa çalar. Çalmazsa çalmaz.”

“Bak, konunun dışına çıkmak istemiyorum ama beni zorluyorsun…. Hmm… Peki, bir soru”

“Sor hayatım.”

“Bir torbanın içinde 3 yeşil, 5 kırmızı top var. Torbadan bir top çekiyorsun. Yeşil olma olasılığı nedir? Kelime oyunu yok, merak etme. Sadece bildiğini söyle.”

“Zaten kelime oyunlarını fark etmek, sarkastikliğini anlamak için birkaç ayda ekstra bir beyin geliştirdim.”

“Hhaahahh…” (Seviyorum senin esprilerini)

“Hayatım cevabım 3 bölü 8.”

“yani yüzde 37 buçuğa tekabül ediyor.”

“….”

“Ama cevap yüzde 50”

“Kaç yeşil top var demiştin?”

“hala anlamıyor musun? Kaç yeşil top olduğu önemli değil. İsterse bir tane olsun. Yine de çektiğin top ya yeşildir ya da kırmızı.”

“Kaderciliğin daniskası bu. Neydi… meleklere inanmak, kadere inanmak…”

“Ben sana inanıyorum. Sen kadere niye inanmıyorsun?”

Biraz durdu. Düşündü. Sanırım az önce bahsettiği şu ekstra beynini devreye soktu. Evet, ona melek demek istemiştim. Gülümsedi. Görmeliydiniz. Onu gülümsetmek için, ona melek demek için her şeyi yaparım. İstatistik bilimini karşıma bile alırım.

“Evet karıncaların hikayesini anlatıyordun.”

“Hmmm… Nerede kalmıştık? Hah… Ve en sonunda eski erkek arkadaşının kapısın çalıyor. Kapı açılıyor. Erkek karınca terslemek isteyip tersleyemeyen karıncalardan olduğu için onu tersleyemiyor. Merhaba, diyor. Dişi karınca Yardım istiyor. Yardım ne için biliyor musun? Geçen yaz tanıştığı bir ağustos böceği varmış. Yaz aşkı derler ya. Öyle bir şey geçmiş başlarından. Yemeklerin depolandığı odada onu görmüş. Merhaba demiş. Ağustos böceği gülümsüyor ona. Pişmiş kelle gibi adeta. Ama ses yok. Bir daha merhaba, senin burada ne işin var demiş karınca. Yine ses yok. Onun öldüğü, yenmek için bu depoya taşındığı aklına bile gelmemiş. İşte o anda durumu çakıyor bizimkisi. Birkaç güne kalmaz yaz aşkının kanatlarındaki şekerleri yiyecekler. Biliyorsun böceklerin kabukları kinin denilen polisakkaritle kaplıdır”

“Bunu gerçekten bildiğimi düşündüğüne inanamıyorum”

“Bu böyle olmaz diyor karınca. Birçok şey paylaştık beraber diyor. Cesede seni buradan çıkarıcam filan demeye başlıyor. Ceset hala gülümsüyor. Yeryüzüne çıkarıp bir daha buraya geri döndürülmeyecek şekilde uzaklaştırması lazım. Ama bilirsin. Bu mevsim karıncalar yeryüzüne çıkamaz. Sonra koşa koşa eski sevgilisinin yanına gidiyor. Ondan yardım istiyor. Yeryüzüne çıkarmak için.”

“Eski sevgilisi ne diyor?”

“Ne diyecek, okey diyor. Koşarak yemek deposuna varıyorlar. Ağustos böceğini yeryüzüne çıkarıyorlar. Sonra sen geliyorsun. İki karıncayı alıyorsun. Cesedi büyük bir ustalıkla yok ediyorsun. Sonra da…”

“hah”

10 saniye gülümsemeyi seyretme arası. (bu anı tam yaşamak için 10 saniye gözlerinizi kapatıp sevdiğiniz kişiyi gülümserken düşünün…. Düşünüyor musunuz? Farkında mısınız ama siz de gülümsüyorsunuz)

“Sonra da avucunda iki karıncayla yanıma geliyorsun. Bir kağıttan gemi yapıp onları içine koymak istiyorsun. Ama kağıttan gemi yapmayı bilmiyorsun. Bir su birikintisi arıyoruz. İşimiz kolay çünkü dün gece çok yağmur yağmış. Ben gidip ucuz bir gazete alıyorum. Sen hala karıncaları avucunda tutuyorsun. Şimdi ver bana karıncaları. Tut şu gazeteyi. Asla okumayacağımız bir sayfa bul lütfen”

“Ekonomi mi, kültür-edebiyat sayfası mı? Hangisi?”

“Kültür-edebiyat olsun. Şimdi o sayfadan bir kare yap… İkiye katla. Bir daha ikiye katla. Şimdi elinde ilk karenin dörtte biri boyutunda bir kare oldu değil mi?

Sırtım dönük anlatıyordum ki, o büyük bir iştahla, dünyayla ilişkisini kesmiş, dilini dışarı çıkarıp dudaklarını yalarken onu görmeyeyim; küçücük parmakları bir gemi inşa etmeye çalışırken ona bir daha aşık olmayayım diye. Bir yazının üstüne aynısın yazmaya çalışırsan yazı, tamam, kalınlaşır ama asla tam üstünden de geçemezsin ki. Zaten tam üstünden de geçersen kalınlaşmaz.

“Evet sonra?”

“Şimdi o karenin bir köşesinde dört tane kulak var. Onlardan birini geriye doğru, ters köşeyle üst üste gelecek şekilde kıvır. Kalan üçünü de aynı şekilde yap. Ama arka yüzüne doğru tabi. Şimdi elinde o karenin de yarısı olan bir üçgen elde etmiş olmalısın.”

“Evet… evet”

“Çok yaklaştın. Şimdi o ikizkenar üçgenin tabanında bir yarık olacak. Oraya parmağını sok ve üçgenin ikiz açılarını bir araya getir. Bak şimdi bir kare elde ettin. Doğru mu?”

“Evet. Karede bir köşegen oluştu şimdi.”

“Bravo. Şimdi o köşegen kareyi iki üçgene ayırdı, değil mi?. O üçgenleri birbirinden uzaklaştır. Çek, çek, çek... Yapıyorsun dimi dediklerimi?”

“Seni seviyorum!!!!”

“Oldu mu? Oldu mu?”

Arkamı döndüm. Bana sarıldı. Gemi biraz bozuktu ama olsun. Bunu ona söylemedim tabii. Karıncaları koydu gemiye. Su birikintisine bıraktı. Bunu neden yapmıştık ki?

“Eeee nooldu şimdi? Ne yaptık biz? Niye yaptık?”

“Vakit geçiriyoruz işte. Bizimkinin ağlamasını çok mu görmek istiyorsun? Çok istiyorsan git kafeye. Portakal suyuna göz yaşlarınızı damlatın beraber. Kol kola verip deliler gibi ağlayın. O lanet herif hepimizi bırakıp İngiltere’ye gitti. Siz onun peşinden ağlıyorsunuz.”

“Bir… Bi kere ben ağlamıyorum, ağlayamıyorum. Veya az ağlıyorum. Bunu herkesin gözü önünde yapmaktan kaçınıyorum. Ağlamayı zayıflık olarak da görmüyorum. Ağlatmayı zayıflık olarak görüyorum. İki… O öldü. Onun arkasından ağlamadıysan eğer…”

“Biliyor musun? Ağladım…”(Dudağını büktü)

“....” (Ben de o dudak büküş karşısında kelime bulamayıp sustum. Bilseniz bu susuş ne illet bir şeydir)

“Hem de çok. Bak, ben dışarıdan sert gözükmeye çalışan bir kızım, tamam mı? Böyle olmak zorundayım. Beni çok kırdılar. Çok oynadılar. Sert görünmezsem daha da oynarlardı. Sen bile oynardın benle. Ağlamanın kızların tekelinde olması siz erkekleri üzmüyor mu?”

“O kadar üzülüyoruz ki, bu yüzden hergün ağlıyoruz” 

“tamam sert gözükmek eğlenceli. ama artık sert biri kız gibi gözükmeyeceğim. bu çok saçma”

“Nasıl görünmek istiyorsan öyle görün. Bırak diğerleri ‘ya olduğun gibi görün, yada göründüğün gibi ol’ diye ahkam kessinler. Bu sözü söyleyenler sadece tuvaletteyken oldukları gibi görünüyorlar. Ben ağlayabildiğini biliyorum ya, sen sert olmaya devam et bence. Sert metaller. Esnek olmayan metaller. Bir demir çubuk düşün. Demir çubuk serttir. Bükersen eğilir, eğilir ve sonunda kırılır. Ama bakır çubuk öyle mi?. Bakır çubuğu bükersen kıramazsın.”

“Öyle yada böyle kırılıyorum yani”

“Biriyle tanıştığınız zaman, tebrikler, sizi kıracak biriyle daha tanıştınız!!”

“Bu hayat çok da mantıklı değil aslında”

“İnsanlar hayatlarının iyi gitmediğinden yakınır durur. Geçen gün hastane de bir adamla tanıştım. Adam şu berber salonu gibi kokan adamlardan. Adamı karısı terk etmiş. Hem de 30 milyar vuran piyango biletini de alarak. Çocuklarını pek sevmezmiş ama karısının giderken onları da yanına alması sinirlendirmiş adamı. 30 milyarla ne yapacak ki bu kadın. Kesin başka birine kaçtı diyor. Yakında boşanma şeyi açacakmış. Bileti de geri alacakmış. Ben de sen o bileti unut abi dedim. Netice de dibe doğru gidiyorsan, dibe vurman yakınsa her şey yolundadır. Hayat bu! Bu sırrı sadece ben mi biliyorum?”

“Bilemiyorum.”

“Ve adam bana şöyle dedi: Gülüşün hiç güzel değil. Çenen öne çıkıp sağa doğru kayıyor.”

“Herif cidden hastaymış.”

“Gidelim mi artık?”

Ardından kafeye doğru yol aldık. 

Günün birinde daha önce hiç kağıttan gemi yapmamış birinin başkasına nasıl yapılacağını anlatarak kağıttan gemi yapmayı öğrettiğine dair bir hikaye duyarsanız, (hem de sırtı dönükken) sakın ona inanmamazlık yapmayın. 

Karıncalar? Onlara ne oldu?

(Kısa bişeyler söylemeliyim. Havada kalmamalı hiç birşey. Kız arkadaşım ben geri dönücem diye tutturdu bikaç saat sonra. tamam dedim. gelin bakalım. gittik baktık. gemi sapasağlam. sokağın ortasında yüzüyor. birikintinin içine girdi kız arkadaşım yakından baktı. karıncalardan biri diğerinin kucağına yatmış dedi. baktık, sahiden de öyle. Kız arkadaşım öpüştüklerini bile söylüyor. ben o sırada suya yansıyan görüntümde çeneme bakıyordum. gerçekten çok mu yamuk diye.)


"herşey düzgünse (çenen dahil) birşeyler ters gidiyor demektir. evet, dibe doğru gidiyorsan herşey yolunda!"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder