Adil Değiş Tokuş, Bölüm İki: Değişebilenler

Normalde yapmadığımız hareketleri yapmaya başlıyorsak kendimizi bilinç altında ölüme hazırlıyoruz demektir.


İlk önce kız arkadaşımın deliler gibi kitap okumaya başladığını gözlemledim. Türk ve Ortadoğu tarihi, İskandinav-Kelt mitolojisi, Mezopotamya arkeolojisi ve çok tanrılı dinler felsefesi hakkında bir sürü kitap almıştı. Sanki hepsinden sınav olacakmış gibi hızla okuyordu. Anladığından çok emin değilim. Çünkü bir ara Avarlar’ın sonradan Musevi oldukları hakkında bir şeyler geveledi. 7 harikayı sayarken bazı bazı düşündü. Ama sonunda saydı. Söylediğine göre Çin Seddi’ni saymamak için kendini zor tutmuş.


“Çok basit” dedim. “Bunlardan ikisi zaten ülkemizdeymiş. Efes’teki Artemis Tapınağı ve Halikarnas’taki Mausoleus’un Mezarı. Mozole kelimesi buradan gelir. Sonra hemen ülkemizin dibindeki Rodos Adasında ayaklarını liman girişinin iki yakasına basmış bir Kolosus, yani büyük bir heykel. Rodos nereye bağlı? Yunanistan’a. Atina’da da oturan büyük bir Zeus heykeli var. Kalan üç tanesi Ortadoğu’da. İki tanesi Mısır’da. Biri Büyük Piramit, diğeri İskenderiye feneri. Sonuncusu Irak’ta: Babil’in Asma Bahçeleri.”


Daha sonra Çok Tanrılı Dinler Felsefesi isimli kitaptan şu satırları okudu. “Bu kadar insan arasından sadece bir kişiye aşık oluyoruz.”


En yakın arkadaşımın kız arkadaşı ise son günlerde herkesten özür dilemekteydi.


“Seni telefonda çok meşgul ettiğim için özür dilerim.”


“Tüm duymak istediğim buydu.” diye cevap verdim.


Konuşmadığı teyzesine yemeğe bile gitmiş. Eğer yalan atmıyorsa hayatını bile kurtarmış. Bir badem parçası boğazına kaçmış teyzesinin. Sırtına öyle bir vurmuş ki, sonra “Yaşadığına sevindim. Ama vaktinde söylediklerine de pişman ettim.” diye bahsediyordu bu olaydan. Ayrıca, tüm randevularına zamanında gitmemeye başlamış galiba. Bana da rast geldi birkaç kez. Tam üç sigara bitirdim.


Ben ise ilk defa kendimi uyuşturmayı denedim. Ölmek gibiydi. Daha doğrusu öldürmek gibiydi. Her ikisi gibiydi. Geceydi. 3 kırkbeşti. Arabadaydım. Hepimiz bir aradaymışız. Haftasonu Brighton’a doğru soldan soldan gidiyormuşuz. Sonra bir şeye vurdum. İndim, baktım. Çarptığım şey bir köpekti, yerde şınav çeker vaziyette ağlıyordu. İki arka bacağını da kırmıştım. Köpek resmen ağlıyordu, çılgın gibi soluk alıp veriyordu. Canı çıkmak üzereydi.


“Lütfen affet beni. Lütfen…. Lütfen ağlama. Yanlışlıkla oldu. Biliyorsun. Yolda gezinmemelisin. Ben… Ben ilk defa uçuyordum. Her zaman yaptığım bir şey değil. Her zaman kendimi uyuşturup trafiğe çıkmam ben. Hiç çıkmadım. Tanrı’m, çok acıyor mu? Öteki dünyadan geldi. Aranızdan birini yanıma alabilirim dedi. Fikrimi sordu. Cevap veremedim. Aslında bu ödülü kabul etmemesi lazım. Ama o da haklı, Tanrı’nun ödülleri geri çevrilmemeli. Nasıl bir ödül bu Tanrı aşkına?”


Köpek can çekişiyordu.


“Beni dinleyecek misin aptal köpek? Tabii ki kendi ismimi söyleyeceğim. Dinle beni. Bir daha geldiğinde ona diyeceğim ki…”


Köpek acıyla havlayarak sözümü kesti ve yavaşça bükülerek öldü.


“Ona diyeceğim ki: Ben geliyorum. Ama lütfen acısız bir ölüm olsun. Güzel bir çiçeği koklarken mesela.”


Köpeği gömdüm. Başucuna kırılan sağ farımı diktim. Ertesi hafta oraya gidip şöyle yazan bir tahta parçası dikecektim oraya:


ŞINAV
Onu Ben Öldürdüm.
Kahrolası Brighton’a Gittiğimizi Sanıyordum
Şarkıdaki Gibi


*******


Bu hikayede insanlardan hiç biri ölmedi. Ölümden bu kadar bahsedip, hikayede ona pek fazla yol vermemek olmazdı. Bu yüzden zavallı bir köpeği kurban ettim. Biz üçümüz ölmedik tabii ki. Değiştiğimizle kaldık. Sonra baktık ki ölmüyoruz, eski halimize yavaş yavaş geri döndük. Yavaş yavaş, sonsuza dek yaşayacakmışçasına bir boşvermişlikle. İşte bu tam bize göre


(Üç-dört ay sonra öğreniyoruz ki, meğerse her birimizin rüyasına girmiş sırayla. Her birimize aynı şeyleri söylemiş. Tam 14 tane şeytanı çıplak elle öldürdüğünü. Ödülünün yanına istediği birini çağırabileceği olduğunu. Ödülü geri çevirmenin Tanrı’yı çok kızdıracağını.


Herkes de doğal olarak ilk başlarda bir fikir beyan etmekten kaçınmış. Sonra istemeden de olsa, isteyerek de olsa, kendi ismini söylemiş. Ve beklemeye başlamış. Beklerken de, düşüncelerini, adetlerini, prensiplerini değiştirir olmuş, ya gerçekten ölürsem diye.


“Bize yalan söyledin değil mi? Ödül filan yok değil mi? Zaten adil bir değiş-tokuş olmazdı bu. Egomuzu, benliğimizi ölümümüzle değiş-tokuş edemeyiz. Neden böyle seçimlerle geliyorsun ki? Herkesin kendi ismini söyleyeceğini biliyordun. Ama ayrıca, baksana, kim ölmek ister ki?”


“Bazılarımız. Ama her zaman değil. Ara sıra istediğimiz şeyleri de öyle ya da böyle istemiş oluyoruz. Bir şeyi bazen istiyor olmamız hiçbir zaman istememiş olduğumuz anlamına gelmez. Bir kere bile istesen… Ama içten…”)


-Normalde yapmadığımız hareketleri yapmaya başlıyorsak bilinçaltında ölüme hazırlanıyoruz demektir.- Bu sözü ben bulmadım. Ama ben yazdım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder