“Öyleyse, yeni işinden bahset biraz bize.”
“Her şey yolunda. Başka bir iş bulana kadar burasıyla idare etmek zorundayım, o kadar”
“Senin kasiyerlik yapabileceğini hiç ummuyordum”
“İş iştir.”
“Kesinlikle”
Büyük bir hiper markette kasiyerlik yapmaya başlayan en yakın arkadaşımın kız arkadaşıydı. Kesinlikle anlayabiliyordunuz kendinden nefret ettiğini. Bunca sene okuyup sonunda bir kasiyer olarak iş bulmak planlarında yoktu mutlaka. Bundan bahsetmeyeceğiz. Ama bir kasiyerlerin orada oturup bütün gün sıkıcı bir işle uğraşması benim suçum değil, bu da bilinsin istiyorum.
Hey dostum, birilerinin para kazanması lazım. Ve o kız, çoğu yaşıtından farklı olarak, kendi parasını kendi kazanıyordu.
“Bir emek verdiğim yok” diyordu. “Sadece zamanımı hiper marketlerinde öldürüyor, onlardan para alıyorum”
Adil değiş-tokuş!
***
Benim de hem okuduğum hem çalıştığım dönemlerdi aynı dönemler. Ben de bir yerlerde zamanımı öldürüyordum, hem de çıplak ellerle. İyi kazanıyordum ama. Fazla mesaiden sonra eve belediye otobüsüyle dönecektim. Yorgundum, kızağa alınmış gibi gözüken eklemlerimden anlaşılıyordu bu. Kulaklıklarımı takmıştım. Dış dünyayla olan duyumsal ilişkilerimi zaten birkaç saat önce kapamıştım.
Bu arada, birileri bana duraktaki kulaklıklı adama soru sormanın esprisini anlatsın lütfen. Çünkü anlatmazsanız, bazı insanların hakikaten beyin yerine yoğurt taşıdıklarını düşüneceğim. Şu an %63’teyim. Rastladığım aptallıklar %100’e vurursa, gezgin keşişler gibi her yeri dolaşıp, dünya üzerinde beyin diye bir kavram olmadığını, beynin tamamen insanoğlunun bir uydurmacası olduğunu, tıp kitaplarının yalan söylediğini, bunların biz anlamayalım diye Latince yazılmış saçmalıklar olduğunu bağırıp çağıracağım. Beyin diye bir şey yok. Buna kendinizi hazırlasanız iyi olur
“….” (Ağzını oynatıyor. Kendimi ister istemez amerikan filmlerinde gizli işler çeviren, ağız okuyabilen ajanlardan biriymiş gibi hissediyorum. Biraz bekliyorum. Belki karşımdakinin kulağımdaki kocaman kulaklıkları görmemesi için çok mantıklı bir mazereti vardır. Ağzını oynatmaya devam ediyor. Gerçekten kulağımdakileri görmüyormuş gibi davranıyor. Tüm bu aptallığa dayanamayarak kulağımdan kulaklıkları çıkartıyorum.)
Meğerse şöyle sormuş:
“İskeleden geçen bi otobüs var mı?”
“Bu bir şaka mı?”
“Efendim”
“Bu bir şaka mı?”
“Anlamıyorum.”
“Kafatasında beyin yerine sütlaç taşıdığın için anlamamışsındır.” (Burası içimden)
Cevap vermeden kulaklıkları tekrar taktım. Biraz sonra otobüs geldi. Bindim. Kılık kıyafetim gayet işadamı gibiydi ama hala öğrenciydim. Öğrenci kartımı gösterirken şöför ayna vasıtasıyla sağ çaprazdaki sarışını kestiğinden kartı görmedi (veya görmemiş). Ben de ilerledim. Tam kendime mükemmel bir yer seçip, oturuyordum ki omzuma biri parmaklarını tıklattı. “İşte bir beyinsiz daha” dedim kendi kendime. Soru sormayın abicim, muhatap olmayın benle. Yorgunum diyorum. Kulaklılarımı çıkardım. Arkamı döndüm. Bir liseli kız “Şöför öğrenci kartınızı görmek istiyor” dedi. “Pekala” dedim.
“Kulaklık takmışsın, duymuyorsun” diye bağırdı bana. Biri bana bağırdı mı orada olmak istemezsiniz, şüpheniz olmasın. Ses tonum sakindir ama incitici şeyler söyleyebilirim.
“Hemen bir şeyi netleştirelim. Burada patron benim. Senin maaşını biz ödüyoruz. Bana sesini yükselterek konuşmak bir tarafa, benimle ‘siz’ diye konuşacaksın. Ben işyerimde patronumla nasıl konuşuyorsam sen de benimle öyle konuşacaksın. Bu bir. İki… Sana kartımı gösterdim. Elin işte, gözün oynaşta. Sen görmedin. Beni taa otobüsün arkasından buraya getirmeye hakkın yok. Şimdi kartımı gördün mü? Daha yakından görmek ister misin? Bütün gün burada oturup sinir bozucu bir iş yapman benim suçum değil, tamam mı? Şehir halkıyla doğru konuş, biz senin patronunuz. Ben senin müşterin değilim. Bu da senin özel araban değil. Beni evime götürerek iyilik yapmıyorsun. Sadece görevini yapıyorsun. Bu otobüs benim paramla alındı. Senin maaşını ben ödüyorum.”
Patronu olduğumuzu üstüne basa basa tekrarladım. Bunu onu incitmek için söylemiyordum. Sadece, gerçekten, tek kelimeyle ‘patronuyduk’ onun. Ve anlaşılan bugüne kadar bunun farkına varmamıştı.
Tanrı’m… Ben yalnızca herkesin işini yapmasını istiyorum. Lanet bir yavşaklıkla değil ama.
Kulaklıklarımı takıp arkamdan atıp tutmasına izin verdim. Tanrı’dan o adamın kimseye bir daha ukalalık yapmamasını diledim. Tanrı’m, nefret doluydum ki aklıma şu dua geldi
“Tanrı’m…
Bana,
Değiştiremeyeceğim şeyler için dayanma gücü;
Değiştirebileceğim şeyler için cesaret;
İkisini ayırt etmek için ise bilgelik ver”
***
Bir gün rüyama en yakın arkadaşım girdi. Onu tanıyorsunuz artık. Kendisi artık ölü biridir.
“Bizim kızın neden hiper markette kasiyer olarak çalışmakta ısrar ettiğini biliyor musun?”
“Bilmem. İşsizlikten heralde. Merak etme sen. Ben ona iş bakıyorum. Bulacağım. Eğer bunun için girdiysen rüyama…”
“Hayır, hayır. Konu o değil, sadece bir gün iş çıkışında onu izle. Öğlen 4’te çıktığı günlerden birinde.”
“Tamam ama niye? Erkek arkadaş mı edinmiş?”
“Rüyana giren ölü bir adamı sorguluyorsun. Çok ama çok salaksın. Sadece izle”
Rüyaya giren ölü tanıdıklar dinlenmelidir.
Birkaç gün sonra onu iş çıkışı izledim. Birkaç mahalle öteye gitti. Bir kapıyı çaldı. Çantasından içi bozuk paralarla dolu bir torba çıkardı ve kapıyı açan kadına verdi. Çocukların
başını okşadı.
Bu olay dikkatinizden kaçmamıştır. Bir markette satın aldığınız 7 Lira 34 kuruş tutuyorsa sizden 7 lira 50 kuruş alırlar. Geriye 16 kuruşu geri vermezler. Kimse almaz zaten. Bunların bütün gün biriktiğini düşünsenize. Ve melekleri taklit etmeye çalışan kasiyerler mesai sonu kasa toplamı alındığında kasalarındaki fazla parayı toparlarlar ve ihtiyacı olanlara verirler.
Adil değiş-tokuş
***
“Onu burada, yanımda görebiliyorum” dedi en yakın arkadaşım.
“Cennette mi?”
“Evet” dedi. “Sana çılgınca gelecek bir şey söyleyeyim mi? Bana burada bir ödül verdiler. Neden diye soracaksın. Bir şeytan topluluğunu çıplak elle öldürdüm. Ödülüm ne biliyor musun? Yanıma istediğim birini alabilirmişim. Evet, aynen böyle söyledi. Nehre taş fırlatıyordum. Yanımda beliriverdi. Son şovumu beğendiğini söyledi. Yazının icat edilmesinden beri böyle güzel bir şey görmemiş. Bilmiyorum abartıyor da olabilir. Ama tam 14 tane şeytanı çıplak elle öldürdüğüm doğru”
“Yanına birini mi alacaksın yani?”
“Bilmem böyle bir hakkım var. Ama nefret ettiğim birini alamıyorum tabi. Sevdiğim birini alabiliyorum. Ablamı alırım diye düşündüm ama anne olan kadınlar alınmıyormuş. Şu durumda ya seni alıcam, ya kız arkadaşımı. Yada Denizyıldızını”
Bildiğiniz üzere Denizyıldızı dediği insan benim kız arkadaşımdı
“Bu hakkını kullanacak mısın?”
“Bilmem. Sizleri özledim. En azından birinizin burada olması güzel olurdu. Sana danışayım dedim”
“Biraz düşüneyim” dedim ve rüyamdan uyandım.
Adil değiş-tokuş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder