Ceyda'nın Odasındaki Oyuncak Kaplumbağanın Hikayesi

Bir filmin ilk sahnesi, kahraman sabah uyanışı ile başlıyorsa o film beş para etmez.


Aynı şey hikayeler için de geçerlidir. Kahramanı birileri akşamüstü uyandırıyorsa o hikaye de beş para etmez. Fakat uyandıran kişi güzel birisidir. Mutlaka. Kendi götünü avuçlamaktan yorgun bir akşamüstü, cep telefonunu şarj etmeye üşendiğim, üşüdüğüm bir akşam üstü, Ceyda, dokunulduğunda asla ani tepki veremediğim yerimden dürttü beni. Şaka gibi gelecek ama burnumdan dürtüldü mü cennete uyanıyorum ben.


“Yürü” dedi. “Miskin”
“Nereye?”
“Bir yerlere işte”
“Ne gibi yerler?”
“Bir takım yerler”
“İnsanların kıçlarını yırtarcasına güldüğü bir sinema salonu mu?
“Tam olarak öyle değil”
“Sevindim. Pekala, çık odadan. Altıma bişeyler giyeyim”


Akşamüstü saat 7 gibi İzmir’in içinden geçerken belediye otobüsündeydik. Kulaklıklarımız takılıydı. Benimkinde kuzeyde soğuk bir ülkeden melankolik bir şeyler çalıyordu. Onunkinde kuzeyde soğuk bir ülkeden neşeli bir şeyler çalıyordu. Aslında ikisi de aynı şarkıydı. Başını omzuma yaslama hatasında bulunmuştu. Bir türlü alışamadım şu harekete. Nasıl davranmanız gerektiğini bilemiyorsunuz. Kişisel olarak omzuma yaslanılmasından zerre hoşlanmam. Hoşlanan olduğunu da zannetmiyorum. Kafanızı kıpırdatamıyorsunuz bir kere. Her yönden çok içten bir hareket. Beni felaket korkutur. Oysa ki ben her seferinde omzuma yaslanmış kafayı omzumda Pele gibi saydırmak istiyorum. Bunu gizli gizli hayal ederken kendimi birkaç kez gülümserken yakaladım aslına bakarsanız.


Az önce yerinde duramayan kıza ne oldu da uykuya başladı diye bakmaya çalıştım ona. Ama dedik ya, kafanızı oynatamıyorsunuz yeterince. Ben de kafamı ona doğru yatırdım. Bir yerde okumuştum. Arkadaşlar beraber uyumasalar da aynı rüyayı gören insanlara denirmiş. Bunu Ceyda’ya söylediğimde hemen o gece için plan yaptı, bu sözün sağlamasını yapmak istedi. Eskiden yan yana yatardık bazen. Fakat biraz, çok az, bir iki sevgili kadar büyüyünce, hiçbir şey yapmadan yan yana yatmanın Tanrı’ya ne denli büyük bir meydan okuma olduğunu anlıyorsunuz. Her neyse, sabah uyandığımızda rüyalarımızı anlattık. Tuhaf ama gerçek, ikimiz de John Lennon’u görmüştük. Fakat benim gördüğüm John Lennon ortaokuldaki Türkçe öğretmenimdi. Onun ki ise su kaplumbağalarına isimler takan bilge biriydi. İkisi aynı rüya olmasa bile temelde ikimiz de John Lennon tarafından seviliyorduk. Ceyda’nın su kaplumbağalarına isimler takan bilge bir John Lennon görmesi benim beynimde kalıcı bir hasar bıraktı bu arada. O günden beri birisi John Lennon deyince gözümün önüne Dede Korkut kılığında gözlerini hayalgücünü zorlarmışçasına kapatmış bir John Lennon geliyor, avucunda isim takmak üzere olduğu kaplumbağa ile birlikte.


Ceyda otobüste iyiden iyiye uyuyordu fakat diğer olağanüstü şeyler gibi bu da çok sürmedi. Arkasındaki küçük kız Ceyda’nın saçlarını çekti. Çocukların parlak şeylere ilgisi vardır, bilirsiniz. Ceyda birkaç kez bunu yapmamam gerektiğini rahatını bozmadan söylese de, annesinin kıza müdahale edeyim derken Ceyda’nın kafasına güzelce yerleştirmesi ile irkildi. Arkasını döndü. İlk önce kıza baktı. Anlam arayan suratı doğallaştı. Küçük kızın annesine baktı. Gülümsedi. Küçük kızın güvercinlerinden tuttu. Onları kokladı ve öptü.


Lunaparkta indik. Bazen maaşımızın dörtte birini filan buraya bıraktığımız oluyor. Ceyda çarpışan arabaları seviyor. Bir keresinde iki tur atmış olarak iyice hızlanıp küçük bir çocuğa çarpmıştı. Biraz düşünürseniz çocuğun oturduğu yerden sıçrayıp kıç üstü aynen geriye oturduğu süreyi gerçek bir uçuş deneyimi olarak adlandırabilirsiniz. Çarpışan araba sürmeyen Ceyda böyle bir hareketten sonra büyük bir vicdan azabı çeker. Fakat çarpışan araba süren Ceyda tam olarak şöyle yapar: Benim yanıma çeker. “Gördün mü? Uçççççurdum keratayı. Yukarıda Tanrı’yı görürsen notumu ilet ufaklık!!! Burada her şey bok gibi!!!”


Ben ise dolaşımdaki kanın yerçekimiyle olan valsını seviyorum. Ceyda, tahmin edebileceğiniz üzere, bu tip oyuncaklara pek sık binmiyor.


Bir başka aktivitemiz ise tüfekle ördeklere ateş etmek, onları plastik kafalarından vurmaktır. Marlboro kazanıyoruz bazen. İkimiz de Marlboro içmeyiz. Ben Pall Mall içerim. Ceyda ise demokrasinin çok saçma ve tüm adayların aslında aynı olduğunu düşünür. Tüm sigaralar aynıdır ve ne denk gelirse onu içer. Ama Marlboro içmez. O gün kazandığımız Marlboro’yu lunaparkta gördüğümüz gençten bir adama verdik. Lunaparkta böyle aylak adam çoktur. Benim gözüm tutmadı ama Ceyda’nın dediğine göre daha biz kapıdan girerken o adam dilenciye elindeki bisküvi paketin hepsini nazikçe uzatmış. Dilenci de almış. İyi bir adam olduğunu söyledi Ceyda, sigara vererek ölümüne katkı sağladığımızı unutarak. Bu yüzden biz birbirimize sigara vermeyiz.


Neşem yerine kesinlikle gelmişti. Şimdi sıra, şu oyuncak tutan vinçten 3 aydır alamadığımız tavşanı almaya geldi. Tavşan yalnızca 3 ay önce gelmiş olmasına rağmen kutunun en çok istenen oyuncağı olmuştu. Sırf biz değil, çoğu çocuk bu tavşanın kırmızı kulak çizgilerine hastaydı. Sevgililer aşklarının gücünü bu alette test ediyorlardı. Olmuyordu. Çoğu baba sırf bu tavşan yüzünden çocuklarının gözündeki itibarını zedelemişti. Biz de onu almayı deniyorduk.
Ama olmuyordu.


İmkansız yerine, alması daha kolay olan ne olduğu belirsiz oyuncağa çarptı gözüm. Daha ilk denemede onu almayı başardım. Büyük sevinç yaşadık. Bu her zaman olan bir olay değildi. Ceyda boynuma sarıldı.


Bir kaplumbağaydı. Su dolu bir leğene atınca su kaplumbağası oluyordu. İsmini John Lennon koymaya karar verdik.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder